Sosyal Medya

Varoluşçu Terapi

Varoluşçu Terapi

Bireyin kendini gerçekleştirmesinin psikolojik gelişmenin temeli olduğunu savunan insancıl-humanistik psikoloji, varoluşçu terapinin özüdür.

Bireyin kendini gerçekleştirmesinin psikolojik gelişmenin temeli olduğunu savunan insancıl-humanistik psikoloji, varoluşçu terapinin özüdür.

Varoluşçu terapistler için bireyin o anki öznel yaşantısı ve bu yaşantının ne kadar farkında olduğu terapi konusudur. Bireyler her zaman belli seçimler yaparlar ve duygu, düşünce, konuşma ve davranışları bu seçimlerinin ürünüdür. Bu seçimlerden de bireyler mutlak biçimde sorumludur.

Varoluşçu terapistler, insanı gelişmiş bir hayvan olarak görmez, apayrı karmaşık bir varlık olarak ele alırlar. İnsan kendine özgü bir canlıdır.

Humanistik psikoloji iki farklı psikoterapi yöntemi doğurmuştur. Carl Rogers’ ın danışan merkezli terapisi ve Fritz Perls’ in Gestalt terapisi.

Danışan Merkezli Terapi: Danışan merkezli terapide hasta, hastalık, psikopatoloji yoktur. Her insan temelde iyi olup, gelişme ve kendini gerçekleştirme eğiliminde ve arzusundadır. Terapiye gelen kişi kendini gerçekleştirme yolunda engellenmeye uğramıştır. O bir hasta değil, bu ketlenmeyi bir danışman yardımıyla aşacak danışandır.

Rogers insandaki en temel dürtünün kendini gerçekleştirme, kendini ifade etme olduğunu savunur. Kendini ifade etmede engellenmelerle karşılaştıkça kişinin kendine olan saygısı azalacak, kendi istek ve duygularını bastıracak, zamanla istek ve duygularından iyice kopacak, bu da psikolojik dengesini bozacaktır. Terapideki amaç iç dünya ile davranış arasındaki tutarsızlığı ortadan kaldırmaktır.

Kendimizi serbestçe ifade etmemizin ilk engelleri bebeklik, çocukluk çağlarında ortaya çıkar. Örneğin, iki yaşındaki bebeğiniz mamasını kendi elleriyle yemek istiyor, bunu yaparken de bir miktar mamayı yeni koltuklarınıza sıvamaktan büyük zevk alıyor. Hemen hiçbir anne buna sınırsız imkan vermeyecek, belli tedbirler alacaktır.

 4 yaşındaki çocuğunuz elinde boya kalemi salonunuzun duvarlarını kirletti. İster istemez sesiniz yükseldi, bunu bir daha yapmamasını ikaz ettiniz. Buna benzer örnekler sık sık yaşanır. Çocuk iki yol izlemek durumundadır. Cezalandırılma ya da anne babanın sevgisini kaybetme korkusuyla yapmak istediklerini bırakacak veya anne babaya aldırmayarak kendini ifade etmeye devam edecektir.

Kendini ifade etmeye yönelik istek ve dürtüler şiddetli biçimde bastırıldığında, kişi zaman içinde kendi istek ve duygularının farkına varmamayı öğrenir. Bu da en büyük içsel çatışma nedenidir.

Peki çocuklarımıza hiç sınır koymayalım mı? Tabi ki hayır. Çocuğa sınır koyma, ödül ve gereğinde uygun ceza çocuk eğitiminde şarttır. Burada püf noktası çocuğun davranışı ve çocuğun “beni” arasında iyi bir ayırım yapmaktır. “Bu davranışın uygun değil, yaptığını onaylamıyorum ve bunu yapmanı bir daha istemiyorum” demeli ancak çocuğunuza koşulsuz sevgi vermeli, onu her koşulda sevdiğinizi ve seveceğinizi göstermeli, saygı duymalısınız. Çocuğun “beni” bir yanda, davranışı bir yandadır.

Bu şekilde yetişen çocuklar kendine güvenli, iyi iletişim kuran ve iç dünyalarının bilincinde olacaktır. Kendini gerçekleştirme eğilimi sekteye uğramamış bireyler yapıcı, sevecen, hayata olumlu bakan, hoşgörülü, duyarlı kişiler olacak, sağlıklı bir ruh hali ile mutluluğu yakalayacaklardır.

Danışan merkezli terapide danışana koşulsuz saygı, empatik anlayış gösterme ve içtenlik esastır. Terapi sürecinde farkına varmaktan korkmamak gerektiği, insanın her şeyi kabul edecek bir anlayışta olması gerektiği, insanın duygu, düşünce, konuşma ve davranışlarından kendisinin sorumlu olduğu vurgulanır. Kendini olduğu gibi kabul etmesini öğrenen danışan içsel huzuru yakalar.